CHP’li Durmaz, ‘Köylü aç, üretimi bıraktı, arazileri ipotekli ve rehin’

Gündem - 24 Kasım 2025 10:58

CHP Tokat Milletvekili Kadim Durmaz Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı.

– Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tarım vizyonundan söz eden misiniz, kazanımlar ne oldu?

Cumhuriyetin ilk yıllarına baktığımızda, ekonomik bağımsızlığın ne kadar önemli görüldüğünü çok net anlıyoruz. Atatürk’ün “Tam bağımsızlık, siyasal olduğu kadar ekonomik bağımsızlıktır” vurgusu, aslında o dönemin tüm kalkınma projelerinin temelini oluşturuyor. Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu’da yaşayan insanların tamamı yaşamını tarıma dayalı sürdürüyordu. Kent merkezinde ise özellikle gayrimüslimler ile devlet erkânına yakın olanlar ticaret yapıyordu. Atatürk İzmir İktisat Kongresi’yle çok kıymetli bir adım attı. Hedef kondu ve büyük atılımlar gerçekleşti.

‘BAĞIMSIZLIK PROJESİ’

Şeker fabrikaları da tam olarak ekonomik ve sosyal bir bağımsızlık projesi olarak ortaya çıktı. Şeker fabrikaları ile çok büyük bir iş başarıldı. Uşak, Alpullu, Eskişehir, Tokat ve birçok yerde fabrikalar açıldı. Şeker pancarı önemli, çünkü şeker pancarı üretimi olan yerde hayvancılık da yapılır. Pancarın talaşı, küspesi hayvan yemi olur. Örneğin Tokat, 2000’li yılların başına kadar İstanbul’un et ihtiyacının yüzde 28’ini karşılıyordu. Bu fabrikalar, tarımla sanayiyi bir araya getiren, kırsal kesimi kalkındıran, bölgeleri canlandıran büyük bir toplumsal dönüşüm projesiydi. Atatürk’ün “Yirmi şeker fabrikası kuramazsak gürbüz çocuklara hasret kalırız” sözü de bu yüzden çok anlamlıdır. Çünkü sağlıklı toplum, güçlü ekonomi ve ulusal üretim birbiriyle bağlantılıydı.

‘CUMHURİYET KAMPUSÜ’

Memleketimde bulunan Turhal Şeker Fabrikası da bu vizyonun simgelerinden biriydi. 1933’te halkın 1600 dönüm arazi bağışlamasıyla başlayan süreç, devletle halkın birlikte kurduğu bir başarı hikâyesiydi. Fabrika sadece bir üretim tesisi değildi; sinema salonlarından spor alanlarına, kültürel tesislerden yüzme havuzlarına kadar bir cumhuriyet kampusüydü. Küçük bir nahiye merkezinin modern bir yerleşime dönüşmesi, aslında bu fabrikanın yarattığı sosyal dinamizmin sonucuydu. Şeker fabrikalarının özelleştirme sürecinde parlamento da büyük mücadele verdik, tüm ülkede “Şeker vatandır satılamaz” diye eylemler yaptık ama olmadı. Fabrikalar özelleşince kentlerin yapısında büyük değişimler oldu. İleriye gidecekken daha da geriye gittik ne yazık ki.

 Tarım ve eğitimde eş zamanlı bir yol mu alındı?

Şeker pancarı ve tütün aynı zamanda aile tarımı. Ziraat mektepleri de paralel olarak bu dönemde açıldı. Ziraat mekteplerine en az 250 dönüm arazisi olan ailelerin çocukları alındı. Bu okullardan yetişen gençler, ülkemizin her tarafına açılan fabrikalarda çalışmaya başladı. Okulu bitirince Atatürk’ün talimatıyla 10 yıl ödemeli demir tekerlekli, çünkü o zaman lastik tekerlek yok, traktör aldı ve modern tarıma geçildi.

‘İHTİYACA GÖRE PLANLAMA’

Aynı zamanda meslek liselerine yatırım yapıldı. Vehbi Koç’un dediği gibi “Meslek lisesi, memleket meselesi” oldu. Meslek liselerinden mezun olan gençler de alanlarıyla ilgili farklı şehirlerdeki fabrikalara yerleştirildi. Bekarlar için evlenene kadar kalacağı yerler bile organize edildi. Atatürk bu sistemi ülkenin dört yanına yaydı. Hangi alanda ihtiyaç varsa planlama da ona göre yapıldı.

– Siz de öğretmen okulu mezunusunuz…

Ben öğretmen olduğumda hiçbir öğretmen okulu mezunu açıkta kalmıyordu. Çünkü öğretmen okulları ülkemizin ihtiyacı kadar öğrenci alıyordu. Atama bekleme diye bir şey yoktu. Bütün meslek liselerinin bir planlaması vardı. Bu planlama bozulunca sıkıntı başladı.

– “Aile tarımı” dediniz, nedir tam olarak aile tarımı?

Şeker pancarı, tütün gibi ürünler aile ziraatıdır. Memletekim Tokat’ta 47 bin aile tütün ekerdi. Cumhuriyet bu sistemi ülke geneline yaydı. Üretim yapıyordunuz ve devlet size bir avans veriyordu. Kimsenin cebi boş kalmıyordu. Sonunda devlet ürettiğinizi sizden alıp satıyordu. Ailede kimse göçmez, doğduğu topraklarda hem doyar hem doyururdu.

‘YABANCI SERMAYE KAZANIYOR’

– Bu sistem ne zaman değişti?

Özelleştirmelerde dikkatli olunmadı, emperyalistlerle iş tutuldu ve sonuç bizi bu noktaya getirdi. Sadece şeker, yaklaşık 1220 değişik alanda insanla doğrudan ilintili bir gıda. Kozmetik, tıbbi ilaç gibi yaşamın her alanında var ama bu elimizden gitti. Tekele bakalım; devlete yükü olmayan bir kurumu özelleştirdiler. Ülkede sigara içilmiyor mu, içiliyor. Yabancı sermaye parasını kazanıyor.

İzmir İktisat Kongresi’nden sonra tekel millileşince o zaman bir sigara şirketinin yöneticisi “100 yıl da geçse bunu sizden alacağız” demişti. Hem milli hem de stratejik bir ürün ama sonuç; aldılar, amaçlarına ulaştılar. Tekel fabrikaları, şeker fabrikaları ve daha birçok şey özelleşince, üretici ile birlikte buralarda çalışan binlerce insan da işini kaybetti. Üretici de işçi de aç kaldı ve üreten Anadolu’dan İstanbul’a göç başladı.

– Gübre fabrikalarımız da kapandı, gübreyi dahi ithal eder olduk…

Beş tane gübre fabrikamız vardı ama tamamen sanayi ülkesiymişiz, tarımla hiç ilgimiz yokmuş gibi sattılar. Bizim ıslah edilmiş büyük meralarımız yok. Bizim tarım ve hayvancılığımız küçük ve orta ölçekli ailelere bağlı. Biz aileleri yeniden üretim çarkının içine alırsak büyük bir sorun ortadan kalkar. Köylünün köyde şansı yok, şehre göçünce de cebi dolmuyor. Bir insan doğduğu topraklardan göç edince o yurttaşın devlete maliyeti köydekinden daha fazla oluyor.

‘BU ADALETSİZLİK DÜNYADA YOK’

– Üretim az da olsa devam ediyor ama ürünler ya elde kalıyor ya da çok ucuza alınıyor…

Buğday taban fiyatı geçen sene açıklandı. Hasat dahi yapılmadan mazota 8 lira zam geldi. Dünyanın her yerinde yeşil mazot, kırmızı mazot ayrımı var. Ama bizde benim arabama koyduğum mazot ile çiftçinin traktörüne koyduğu mazot aynı. Böyle bir adaletsizlik dünyada yok. O yüzden insanlar üretimden kopuyor. Aile tarımını bitirip çiftçiyi topraktan uzak tutarsanız tarım biter.

– Yasaya göre milli gelirin en az yüzde 1’i oranında çiftçiye destek verilmeli. Bu ne kadar uygulanıyor?

Veriliyormuş gibi yapıyor ama tamamı verilmiyor. Yasaya rağmen bu gelirin tamamı verilmediğinde, taban fiyat politikası olmadığında üretici doğru bir planlama yapamıyor. Çünkü önünü göremiyor. Soğan ektiği için batanlar olunca kimse bir sonraki yıl soğan ekmiyor. Patates tarlada kalıyor. Ailesinin maddi sıkıntısını gören genç nesil topraktan, üretimden kopuyor.

– Üreticilik yapan son nesille mi karşı karşıyayız?

Evet, böyle bir tehlike var. Devlet doğru bir planlama ortaya koyduğunda aile para kazanıyor. Arkadan gelen yeni nesil de ailesinden gördüğü, öğrendiği işi bırakmıyor. Aile kendi içinde bu dengeyi kuruyor. Ama bugün köyler boşaldı, yaş ortalaması 59’a çıktı.

– Kalanlar ne kadar daha devam edebilir?

Bu yaştaki insan tarım yapamaz. Rakamlarla konuşalım; Tokat’ta Pancar Ekicileri Kooperatifi’nin 118 bin üyesi vardı. Bugün sayı 50 bine düştü. Şeker fabrikasının olduğu Turhal, 1936 yılında bin 800 nüfuslu bir nahiye idi. Sonra yüz binlere dayanan bir potansiyele ulaştı. Ama bugün nüfus 60 bine indi.

– Ziraat Bankası ne yapıyor bu arada?

Ziraat Bankası çok orijinal işler yapıyor. Hatırlayın, milli piyango vardı. Özelleştirildi. Alan şahıs “Param yok” deyince, buna Ziraat Bankası’ndan milyonlarca lira kredi verildi. Genç cumhuriyetin üretici için kurduğu yapıyı dahi bozdular. Atatürk “Üreten köylü, milletin efendisidir” dedi. Ama bugün milletin efendisi olan köylü bırakın üretmeyi, gırtlağına kadar borçlu, çaresiz, arazileri ipotekli ve rehin. 23 yıllık iktidarın milli bir tarım politikası yok.

– Ata tohumlarından uzaklaşmanın Türkiye’ye bedeli ne oldu?

AKP döneminde Mehdi Eker en uzun süreli Tarım Bakanlığı yapan kişi. Yahudi lobilerinden ödüller aldı ama aynı dönem yalnızca bir kez kullanıp bir daha ekilemeyen tohumlar Türkiye’de hızla yayıldı. Yerli ve milli ata tohumlarımızdan uzaklaştık. Bir de hibrit denen bu tohumların kimyasal ilaca ihtiyacı var. Bu halkımızın sağlığını da bozdu. Genetik yapımıza uygun ata tohumlarıyla neslimiz de sağlıklı olur ama yıllardır bünyemizin alışkın olmadığı tohumların gıdaları ile besleniyoruz.

‘EKERSEK UTANÇTAN KURTULURUZ’

Konya için eskiden “buğday ambarımız” derdik. Ama Konya’da ata tohumlarımızı diğer tohumlarla değiştirdik. Özetle bugün 35 milyon dönüm tarım arazisi ekilmiyor. Kırsalda yaşayanların bu arazileri ekmelerini sağlasak, savaşan ülkelerin buğday koridorunda anlaşmasını bekleme ayıbından kurtuluruz.

– Gıda ve sağlık ilişkisinin önemi ortada ancak ihraç ettiğimiz ürünlerin dahi geri gönderildiğine defalarca tanık olduk…

Hem doğru hem de güvenilir gıda noktasında iyi değiliz. 2015’te Moskova’da bizzat tanık oldum. Rehberimiz orada çıkan gazeteleri okuyordu, “Sizi ilgilendiren bir haber okuyayım, Türkiye’den gelen 36 ton kayısıda insan sağlığını tehdit eden zehirli atık bulunmuş. Rusya Sağlık Bakanı ‘Geri gönderirsek Türkiye’deki insanlara yedirirler, burada imha edin’ kararı vermiş” dedi. Bir de “Sizin sağlığınızı düşünüyoruz” diye “espri” yaptı. Bunu hiç unutamıyorum. İnsan sağlığı, muhalefet/iktidar ayırmaz.

‘İNSAN HAYATI DEĞERSİZLEŞTİ’

– Böcek ailesinin ölümünde önce gıda zehirlenmesinden şüphelenilmesi ardından yabancı turistlerin art art sağlık sorunları yaşamaları nedeniyle İstanbul valiliği 24 saat esaslı denetim, işletmelerde kamera zorunluluğu gibi yeni kararlar aldı. Bunlar ne kadar etkili olur?

Böcek ailesinin ölümü ve turistlerin art arda yaşadığı sağlık sorunları sonrası alınan “24 saat denetim” ve “kamera zorunluluğu” kararları önemli olabilir ama yeterli değil. Çünkü sorun tek bir işletme değil; ülkenin tamamına yayılan denetimsizlik, liyakatsizlik ve güven kaybı. Son Kartalkaya faciasından hastanelere, otellerden sokak güvenliğine kadar her alanda aynı tabloyla karşılaşıyoruz: İnsan hayatı değersiz hale geldi. Bu kriz, gıda güvenliğinden turizme, sağlık sisteminden kamu yönetimine kadar birçok alanda biriken yapısal bir sorun. Kök sorun çözülmeden, sadece 24 saat denetim yapmak çözüm olmaz. Önce insan hayatına değer veren, liyakatli, şeffaf ve güven veren bir devlet düzeni kurulmalı.

‘DÜZENLEMELER ŞİRKETLERİN LEHİNE’

– Peki gündemden hiç düşmeyen ama hız kesmeyen madencilik faaliyetlerinin tarıma etkisi nedir?

Müflis esnaf gibi kısa sürede zengin olma arzusuyla ülkeyi vahşi maden arayanların alanı haline dönüştürdüler. 25 yasal düzenleme yapıldı. Tümü yabancı şirketlerin lehine düzenlemeler. Yaşayan insanların hak sahipliğini azaltıp, vahşi madenciliğin yolunu açıyor. AB, Kelkit Vadisi’nin korunması, kollanması adına 1298 sayfa rapor yayınladı. Bu raporda endemik bitki yapısı, su kaynakları, toprak zenginliği, bitki ve hayvan çeşitliliği ortaya kondu. Ama sadece Tokat’ta tarım alanlarının yüzde 27’sine, birinci derecede korunması gereken alanların yüzde 38’ine, ormanların yüzde 44’üne, meraların yüzde 56’sına ve toplamda il yüzeyinin yüzde 46’sına maden ruhsatı verildi. Ülkemizin her tarafı aynı şekilde. Ve işin garibi, bu madenleri biz çıkarmıyoruz. Yani bunun bize bir faydası da yok.

– Hayvancılık yapanlar da sıkıntıda, damızlık hayvanlar, süt kuzuları kesiliyor ama halk et alamıyor…

Artan nüfusun iyi ve doğru beslenebilmesi için hayvansal proteine olan ihtiyaç vazgeçilmezdir. Bölgelerin coğrafi yapı, iklim koşulları, bitki örtüsü, bölgede yaşayan insanların sosyo-ekonomik durumu ve tüketim alışkanlıkları gibi birçok farklı ve kendine özgü koşulları değerlendirilerek hayvancılıktaki sorunların tespiti, hayvan yetiştiriciliğinin geliştirilmesi, maliyetlerin azaltılarak yetiştiricilerin teşvik edilmesi ve ithalatın önlenmesi temel bir ülke politikası olmalı. Ben Brezilya dostluk grubundaydım. Bir parlamenter ile sohbet ettik. Bana “Siz süt danası ve süt kuzusu yemeyi marifet zannediyorsunuz ama onun bir protein değeri yok. Bakanınıza, ‘Gıda enflasyonunu durdurmak için size 3 dolardan karkas et verelim, bu arada sizin süt dana ve kuzularınız gelişsin’ teklifi yaptım” dedi. O, bir paket sundu ama işin özü bizim üretmemiz ve üretimi teşvik etmemiz.

– Et Süt Kurumu Genel Müdürü’nün Macaristan’da ortağı olduğu şirket üzerinden ESK’ye et sattığı iddia edildi. Genel Müdür şirket ortağı olduğunu ancak et satışı olmadığını söyledi. Yorumunuz nedir?

Şimdi bakın; Et ve Süt Kurumu Genel Müdürü’nün Macaristan’da ortağı olduğu şirketle ilgili iddialar gündeme gelince, ister istemez tarım ve hayvancılık alanında başka soru işaretleri de ortaya çıkıyor. Genel Müdür, “Ortaklığım var ama ESK’ye satış yok” diyor. Ancak mesele sadece satış meselesi değil, mesele kamuoyunun güvenidir. Et ve Süt Kurumu gibi kritik bir kurum, tarafsız olmak zorunda. Çünkü üreticinin kaderini belirleyen, fiyat politikalarını etkileyen kararlar burada alınır. Eğer bu kurumun en tepesindeki kişiyle ilgili ticari bağ iddiaları konuşuluyorsa, doğal olarak şu kaygı büyür: “Acaba kararlar ülkenin üretim ihtiyaçlarına göre mi alınıyor, yoksa bazı ticari ilişkiler mi gözetiliyor?”

Bu algı bile üreticiyi tedirgin etmeye yeter. Üretici zaten yüksek maliyetlerle boğuşuyor, ayakta durmaya çalışıyor. Şap hastalığının hızla yayılması, gerekli önlemlerin alınmaması, hastalığın neredeyse pandemiye dönüşmesi gibi durumlar da bu iddiaların gölgesinde daha büyük şüphe yaratıyor. “Bu süreçte ithalatla bağlantılı bir çıkar ilişkisi var mı?” sorusu doğal olarak akıllara geliyor.

Tarım ve hayvancılıkta güven en kritik unsurdur. Üretici devlete inanacak ki üretmeye devam etsin, tüketici de kurumların adil ve şeffaf olduğuna güvenecek ki piyasada istikrar sağlansın. Ancak bu tür iddialar ortaya çıktığında Et ve Süt Kurumu’nun tarafsızlığı, bağımsızlığı ve şeffaflığı tartışmalı hale gelir. Bu da kurumun itibarını zedeler. Bedeli ise önce üreticiye, sonra tüketiciye çıkar.

‘ONURA DA VİCDANA DA YAKIŞMAZ’

Atatürk 11 Haziran 1937’de “Mal ve mülk bana ağırlık veriyor. Bunları milletime bağışlamakla ferahlık duyacağım. İnsanın serveti kendi manevi kişiliğinde olmalıdır. Ben büyük milletime daha çok şeyler vermek istiyorum” diyerek tüm mal varlığını hazineye bağışladı. Biz böyle bir liderin evlatları olarak, kamudan çıkar elde etmeye dayalı hiçbir ilişkiyi kabul edemeyiz. Bu devletin onuruna da milletin vicdanına da yakışmaz.

– Şap hastalığı ile mücadelede son durum nedir?

Halkın “dabak hastalığı” diye bildiği bu sorun aslında hayvanlar için oldukça tehlikeli. Öyle hızlı yayılıyor ki, sadece çiftçiyi değil, koca bir bölgenin hayvancılık düzenini bile altüst edebiliyor. Virüs kısa zamanda başka ülkelere kadar sıçrayabildiği için, hem ticareti hem de gıda güvenliğini etkileyen bir mesele hâline geliyor.

‘İNSANLAR KADERİYLE BAŞ BAŞA’

Suriye sınırındaki mayınlar temizlendi, bu temizlemede 215 şehit, 760 gazimiz oldu.

Bugün o mayınlı alan dursaydı hem bu kadar sığınmacı hem de hastalıklı hayvan ülkemize giremezdi. Hükümetin kaçak yolla hayvan girişine ilişkin mücadelesindeki yol ve yöntemler doğru değil. İthalat politikası doğru değil. Mücadeleyi tek taraflı olarak, bakanlıktaki bürokratlar ile yaparsanız olmaz.

Bu konunun bileşenleri; Büyükbaş Hayvan Yetiştiricileri Birliği, üretici kooperatifleri, köylü, çiftçi, üniversiteler, veteriner hekim odaları olmalı. Bu kurum ve kuruluşlar da devreye sokulmalı. Bakanlık önleyici veteriner hekimlik desteği vermedi. İnsanlar kaderiyle baş başa bırakıldı. Karantina sistemi uygulanmayıp, önleyici uygulama yapmayınca hastalık yayıldıkça yayıldı. İlaçlar ve veterinerlik hizmeti çok pahalı, insanlar karşılayamadı. Bu tabloda hayvancılık yapabilme olasılığı yok.

– Buradan çıkışın yolunu anlatır mısınız ?

Milli tarım politikasına ihtiyaç var ama “milli” sözcüğünü ağızlara bu kadar çok pelensenk etmenin faydası yok. Yaptıklarınızla milli olacaksınız. Türkiye, AKP iktidarı devraldığında kendine yeten bir ülkeydi. AKP bu övüncü bitirdi. Önce eğitimli ve donanımlı bir nesil yetiştireceğiz. Amaç halkı doğduğu topraklarda doyurmak olmalı. Bunun ilk adımı köy okullarının açılması. Genç nüfusun köyde aileleri ile birlikte doyabileceği bir sistemi hayata geçirmeliyiz. Kentlerdeki yapı stokumuz da doğru değil. Bunu, depremlerde verdiğimiz kayıplar ortaya koyuyor. Tarım şurası toplanmalı. Bilimsel veri, öneri ve çözümler masaya yatırılmalı. Bu aziz millet bize yetki verirse CHP olarak bunların hazırlıklarını yapıyoruz. Türkiye’de genç nesil üretimle barışacak, köylerde insanların toprağa ve üretime yöneleceği aile tarımı olacak. Türkiye’yi ağır metalli sanayileri gelişmiş ülkelerin çöplüğü olmaktan kurtarıp dünyanın açık hava müzesi yapabilirsek daha mutlu ve sağlıklı yaşayabiliriz.

PORTRE

1953’te Tokat’ta doğdu. Tokat Öğretmen Okulunu bitirdi. SODEP Üyeliği, SHP ve CHP’nin birleşme döneminde İl Başkan Yardımcılığı yaptı, CHP Tokat İl Başkanlığı görevini yürüttü. Atatürkçü Düşünce Derneği, Aziz Nesin Vakfı, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı, Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Türkiye Erozyonla Mücadele Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı gibi birçok sivil toplum kuruluşunda görev alan Durmaz, CHP Tokat milletvekilliği görevini yürütüyor.

Kaynak:Cumhuriyet.com.tr

BENZER HABERLER