“ABD’NİN ORADA NE İŞİ VAR’ DERKEN BAŞKA ÜLKELERİN ASKERLERİNİN POSTALLARININ VATAN TOPRAKLARINI ÇİĞNEMESİNE İZİN VEREN BİR TEZKEREYİ MECLİS’E GÖNDERİRSENİZ BUNA ‘BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU’ DENİR”
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, “Hükümete yabancı silahlı kuvvetlerin topraklarımıza girmesine izin verme yetkisi vermeyi öngören tezkere, bu hafta Meclis’e geliyor. İsrail’in Gazze’ye saldırısının ardından Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndermesi nedeniyle Amerika’ya, ‘Bay Amerika, orada ne işin var’ diyen Erdoğan’a biz de soruyoruz: Sizin Meclis’e ‘Terörle mücadele edeceğim’ diye getirdiğiniz tezkerede, topraklarımıza yabancı askerleri davet etme yetkisi almaya çalışmanızın ne işi var? Erdoğan’ın, 2017 yılında ABD’yi ‘Sözleriniz lafta kalmasın, müdahale edin. Bize bir görev düşerse de yaparız’ diyerek, Suriye’ye çağırdığını biz unutmadık. Sarayın kendini ‘Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı’ ilan ettiğini de hatırlıyoruz. Daha birkaç hafta önce, damadının Erdoğan’ın eleştirdiği uçak gemisinin güvertesinde, havacı gözlükleriyle çektiği boy boy selfie’leri yandaş gazetelerde izledik. Bir taraftan, ‘ABD’nin orada ne işi var’ derken bir taraftan başka ülkelerin askerlerinin postallarının şehit kanlarıyla sulanmış aziz vatan topraklarının çiğnemesine izin veren bir tezkereyi Meclis’e gönderirseniz buna ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ denir” dedi.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, MYK toplantısının ardından parti genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. Öztrak, şunları söyledi:
“PARTİMİZİ DAHA FAZLA DEMOKRASİYLE, BİRLİK VE BERABERLİKLE TAÇLANDIRACAK KURULTAYIMIZLA İLGİLİ HAZIRLIKLARI GÖZDEN GEÇİRDİK”
“Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantımız devam ediyor. Dün akşam Letonya karşısında kazandığı zaferle UEFA 2024 Avrupa Şampiyonası finallerine katılma vizesini alan A Milli Futbol Takımımızı kutlayarak ve finalde başarılarının devamını dileyerek sözlerime başlamak istiyorum. Bugün kurulumuzun gündeminde, İsrail ve Gazze’de yaşanan insanlık dramları; İsrail’in masum çocuklara, kadınlara, erkeklere karşı uyguladığı ölçüsüz şiddet; ülkemizde vatandaşlarımızı ezen hayat pahalılığı; sığınmacı sorunu ve hükümetin hatalı politikalarının milletimize her alanda çıkardığı ağır faturalar vardı. Ayrıca partimizi daha fazla demokrasiyle, birlik ve beraberlikle taçlandıracak 100’üncü yılımızdaki kurultayımızla ilgili hazırlıkları da gözden geçirdik. Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı münasebetiyle yapacaklarımızı da ele aldık.
“HÜKÜMETİN YETERSİZLİĞİ, BECERİKSİZLİĞİ HER KAZAYI AFETE; HER AFETİ FELAKETE ÇEVİRDİ”
Bundan 5 yıl önce uygulamaya konan ucube vesayet rejimi, sadece milletimizin cebini boşaltmadı; devlet yönetiminde sebep olduğu krizle vatandaşlarımızın can güvenliğini de tehlikeye attı. Her şeyi daha iyi yönetmek iddiasıyla getirdikleri bu tek kişilik vesayet rejiminde, yaptıkları her şey ellerine yüzlerine bulaştı. Orman yandı, öldük. Deprem vurdu, öldük. Sel oldu, öldük. Tren devrildi, öldük. Hükümetin yetersizliği, beceriksizliği her kazayı afete; her afeti felakete çevirdi. Hafta sonunda, 47 vatandaşımızı yitirdiğimiz Amasra Maden Faciası’nın yıl dönümüydü. Genel Başkanımız hafta sonunda, Amasra’da şehit madencilerimizin ailelerinin yanındaydı. Amasra’daki işletmeyle ilgili Sayıştay raporunda, ‘Müessesenin derinleşmesinin ani gaz çıkışı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olduğu’ patlamadan önce açıkça yazılmıştı.
“İŞÇİLERİN YERLERDE TEKMELENMESİNİ DE TEKME ATANIN FRANKFURT’A TİCARİ ATEŞE ATANMASINI DA UNUTMADIK, UNUTMUYORUZ”
Duruşmalarda anlatılanlar da katliamın bağıra bağıra geldiğini tescilledi. Amasra, ilk facia değil. Ermenek’ten Soma’ya, Karadon’dan Kozlu’ya yüzlerce madencimizi, hükümetin bu işi yönetememesi nedeniyle şehit verdik. Dayıbaşı sistemini de emekçilere yapılan insanlık dışı baskıları da sarayın faciaya ‘fıtrat’ demesini de işçilerin yerlerde tekmelenmesini de tekme atanın Frankfurt’a ticari ateşe atanmasını da unutmadık, unutmuyoruz. Maden şehitleri için adalet arayışında, CHP her zaman madencilerimizin ailelerinin yanında olacak. Yeni şehitler gelmesin diye yapılması gereken her düzenlemenin de takipçisi olacağız.
“SİVİLLERİ ABLUKA ALTINA ALIP İNSANİ YARDIMLARI ENGELLEYEREK, AÇ BIRAKARAK, ELEKTRİKLERİNİ VE SULARINI KESEREK HAKLI MÜCADELE OLMAZ”
Gazze’de büyük bir insanlık dramı yaşanıyor. Önce İsrail’e yapılan terör saldırısında İsrail’de, sonra da İsrail’in ölçüsüz cevabında Gazze’de yüzlerce sivil hayatını kaybetti, kaybetmeye de devam ediyor. Bu süreçte yüz binlerce insan yerini, yurdunu terk etmeye zorlandı. Hiçbir sebep, masum çocukların, kadınların, erkeklerin öldürülmesine; yerlerinden edilmesine haklılık kazandırmaz. Sivilleri abluka altına alıp insani yardımları engelleyerek, aç bırakarak, elektriklerini ve sularını keserek haklı mücadele olmaz. Gazze’deki hastanelerde, kuvözde yaşama tutunmaya çalışan yeni doğmuş çocukların, makineye bağlı hastaların canına kastederek kimse haklılık iddiasında bulunamaz. Savaştan kaçan sivil konvoyu bombalayarak insanları öldürmek, savaş suçu olan fosfor bombalarını kullanmak kendini korumakla açıklanamaz. Bunlar, uluslararası hukukun açık ihlalidir.
“İSRAİL’İN BİR KARA HAREKATI BAŞLATILMASININ VE GAZZE’Yİ İŞGALİNİN BÜYÜK BİR HATA OLACAĞINI İFADE ETMEK İSTİYORUZ”
Buna sessiz kalanların da sorumluluğa ortak olduğunu bir kere daha yüksek sesle tekrarlıyoruz. Bu meselede, Türkiye’nin öncelikle savaş başka ülkelere yayılmadan ateşkesin sağlanması için ardından, İsrail ve Filistin meselesinin yan yana iki devlet şeklinde, tanınmış sınırlar içinde, adil bir barışın sağlandığı ortamda, kalıcı bir çözüme ulaşması için elinden geleni yapmaya devam etmesi gerektiğinin de altını çiziyoruz. İsrail’in bir kara harekatı başlatılmasının ve Gazze’yi işgalinin büyük bir hata olacağını da ifade etmek istiyoruz. İsrail’in yüz binlerce insanın çok kısa bir sürede, Gazze’yi boşaltması için Birleşmiş Milletler’e (BM) yaptığı başvuru, tam bir dehşet tehdidi olarak tarihteki yerini almıştır. Bunun da kabul edilemez olduğunu belirtiyoruz.
“‘ABD’NİN ORADA NE İŞİ VAR’ DERKEN BAŞKA ÜLKELERİN ASKERLERİNİN POSTALLARININ VATAN TOPRAKLARININ ÇİĞNEMESİNE İZİN VEREN BİR TEZKEREYİ MECLİS’E GÖNDERİRSENİZ BUNA ‘BU NE PERHİZ, BU NE LAHANA TURŞUSU’ DENİR”
Hükümete yabancı silahlı kuvvetlerin topraklarımıza girmesine izin verme yetkisi vermeyi öngören tezkere, bu hafta Meclis’e geliyor. İsrail’in Gazze’ye saldırısının ardından Doğu Akdeniz’e uçak gemisi göndermesi nedeniyle Amerika’ya, ‘Bay Amerika, orada ne işin var’ diyen Erdoğan’a biz de soruyoruz: Sizin Meclis’e ‘Terörle mücadele edeceğim’ diye getirdiğiniz tezkerede, topraklarımıza yabancı askerleri davet etme yetkisi almaya çalışmanızın ne işi var? Erdoğan’ın, 2017 yılında ABD’yi ‘Sözleriniz lafta kalmasın, müdahale edin. Bize bir görev düşerse de yaparız’ diyerek, Suriye’ye çağırdığını biz unutmadık. Sarayın kendini ‘Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanı’ ilan ettiğini de hatırlıyoruz. Daha birkaç hafta önce, damadının Erdoğan’ın eleştirdiği uçak gemisinin güvertesinde, havacı gözlükleriyle çektiği boy boy selfie’leri yandaş gazetelerde izledik. Bir taraftan, ‘ABD’nin orada ne işi var’ derken bir taraftan başka ülkelerin askerlerinin postallarının şehit kanlarıyla sulanmış aziz vatan topraklarının çiğnemesine izin veren bir tezkereyi Meclis’e gönderirseniz buna ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ denir.
“MİLLİYETÇİ OLDUĞUNU İDDİA EDEN TÜM PARTİLERİ, YABANCI ASKERLERİN TOPRAKLARIMIZA GİRMESİNE İZİN VEREN SÖZ KONUSU MADDE METİNDEN ÇIKMADIKÇA BU TEZKEREYE ‘HAYIR’ DEMEYE ÇAĞIRIYORUZ”
‘Bu yabancı askerler, hangi ülkenin yabancı askeri’ diye sorulur. Yoksa bu topraklara sığınmacılardan sonra bir de Özgür Suriye Ordusu’nu mu davet edeceksiniz? Bundan tam 20 yıl önce, 1 Mart 2003’te, millet iradesinin tecelligahı TBMM, yine böyle bir tezkereye verdiği ‘hayır’ oylarıyla, emperyalizmin bölgedeki oyunlarına ‘dur’ demeyi bilmişti. O dönemde de Erdoğan’ın milletvekillerine, ‘Ya sürecin dışında kalıp seyirci olacaksınız ya da tarihin bizzat şekillenmesinde aktif rol oynayacaksınız’ diye yaptığı konuşmaları da gayet iyi hatırlıyoruz. Şimdi bir kere daha, milliyetçi olduğunu iddia eden tüm partileri ve vatan toprağını aziz bilen milletvekillerini, yabancı askerlerin topraklarımıza girmesine izin veren söz konusu madde metinden çıkmadıkça bu tezkereye ‘hayır’ demeye çağırıyoruz.
“BÜTÇE 2 AY FAZLA VERDİKTEN SONRA YENİDEN AÇIK VERMEYE BAŞLADI”
Savaşın insani tarafının yanında, kuşkusuz pek çok küresel etkisi de var. İsrail’de savaşın başlamasından bu yana, enerji fiyatları arttı. Mazota bu gece 2 lira 23 kuruşluk bir zam daha geliyor. İhracat pazarlarımız da savaştan olumsuz etkileniyor. Enerji fiyatlarının bir durgunluğu tetiklemesi durumunda bütçe açıklarının parasallaştırılmasıyla, faizler artarken para birimlerinin değer kaybetmesiyle 1976’da İngiltere’yi Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kapısına götüren senaryonun bu sefer birçok ülkeyi kapsayacak şekilde yaşanabileceği ihtimalinden bahsediliyor. Böyle bir ortamda, Türkiye’nin hazırlıklı olması gerekir. Ama hükümetin belli ezberleri tekrar etmekten başka bir şey yapmadığını görüyoruz. Bugün açıklanan rakamlara göre, bütçe 2 ay fazla verdikten sonra yeniden açık vermeye başladı. Türkiye ilk 9 ayda, bütçesinden 471 milyar lira faiz ödemiş. Önceki yılın aynı dönemine göre, faiz ödemeleri yüzde 127 artmış. Aynı dönemde, ‘Bizden bir kuruş çıkmayacak’ dedikleri döviz garantili projelere giden para da 42 milyar lira. Kur Korumalı Mevduat’a (KKM) giden parayı ise artık bütçede göremiyoruz ama Merkez Bankası analitik bilançosundaki ilgili kalemin artışından buraya akan paranın yüz milyarlarca liraya ulaştığı anlaşılıyor.
“SARAY HÜKÜMETİNİN EYLÜL SONUNDA IMF İLE YAPTIĞI GÖRÜŞMENİN AYRINTILARINI, YİNE IMF’DEN YAPILAN AÇIKLAMAYLA ÖĞRENDİK”
Bütçenin milletin değil; faiz lobilerinin, dolar baronlarının ve bir avuç yandaş müteahhidin bütçesi olduğu bir kere daha teyit ediliyor. Diğer taraftan, saray hükümetinin eylül sonunda IMF ile yaptığı görüşmenin ayrıntılarını, yine IMF’den yapılan açıklamayla öğrendik. Buna göre IMF, hükümetin seçimden bu yana uyguladığı politikaları, memnuniyetle karşılıyormuş. Vatandaşa vergi üstüne vergi bindirilmesini alkışlıyormuş. Hükümete, ‘Faizleri daha da artırmanız lazım’ diyerek de ev ödevi veriyor. Maaş ve ücret artışlarının Hazine ve Maliye Bakanı’nın ifade ettiği gibi hedeflenen enflasyona göre yapılmasını öneriyor. Geçtiğimiz hafta, Bakan Şimşek de bir televizyon programında, enflasyonun ücretlerdeki artış yüzünden arttığını açıkladı. Bunu önlemek için hedeflenen enflasyona göre ücret artışı yapacaklarını söyledi. Ama gelecek yılın enflasyonu konusunda, hükümet ile hükümete akıl veren IMF arasında bir anlaşmazlık olduğu ortaya çıkıyor.
“HÜKÜMET, ENFLASYON HEDEFİNİ TUTTURAMAZSA TELAFİ ZAMMI YAPMAYIP ARADAKİ FARKI ÇALIŞANIN SIRTINA YIKMANIN PEŞİNDE”
Son açıklanan Orta Vadeli Program’da (OVP), hükümetin 2024 için enflasyon hedefi yüzde 33. IMF’nin ise aynı yıl için enflasyon tahmini, hükümetin tahminin neredeyse 1 buçuk katı; yüzde 46. Önümüzdeki yıl, enflasyon hükümetin hedeflediği gibi değil de IMF’nin tahmin ettiği gibi çıkarsa ne olacak? Hükümet, enflasyon hedefini tutturamazsa telafi zammı yapmayıp aradaki farkı çalışanın sırtına yıkmanın peşinde. Hedeflenen enflasyona göre ücret vermek bu. Tabii bunu yapabilmek için de sarayın vitrin kadrosu, seçimden sonra aynen 1994’te, dönemin hükümetinin yaptığı gibi, kamu toplu iş sözleşmelerine müdahale etmek niyetinde demek. Bu arada saray hükümetinin Çalışma Bakanı da gençlere, ‘Alın terinin karşılığını almaya çalışma. İşin büyüğü küçüğü olmaz. Çalışın en azından sigortanız olsun’ diye akıl veriyor. Bu ülkede çalışanların çoğunu, açlık sınırının altındaki
asgari ücretle çalışmaya mahkum edeceksin. Yetmeyecek. Hâlâ onların elindekine, avucundakine göz dikeceksin. Sonra da ‘Daha da ucuza çalış’ diyeceksin.
“UCUZA YAĞ ALMAK İÇİN SABAHTAN TARIM KREDİ MARKETLERİNİN ÖNÜNDE KUYRUK OLAN VATANDAŞLAR NE DİYOR DİYE BİR KULAK VERSİNLER”
İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) son raporuna göre, en büyük 500 firmanın 2022 döneminde vergi öncesi net kârı yüzde 121 artmış. Diğer taraftan da öyle anlaşılıyor ki zincir marketlerin kârları da uçmuş. Hükümetin bir talimatıyla, yüzde 50’ye varan fiyat indirimi yapacaklarını açıkladıklarına göre bu iş böyle. Peki sormazlar mı, madem indirebiliyordunuz millete bugüne kadar neden pahalıya mal sattınız? Hadi şirketleri, marketleri anladık. Vatandaşa uygun fiyata ürün satma vaadiyle açılan Tarım Kredi Kooperatiflerine ne demeli? Onlar da yüzde 50’ye varan indirimler yapacakları müjdesini verdiler. Ama bu sabah, Tekirdağlı hemşehrilerim mağazanın önünde kuyruğa girdiler. İçeri girdiklerinde ‘yüzde 50’ye varan indirim’in olmadığını, yapılan indirimlerin birkaç lirada kaldığı ve son derece sınırlı ürünle yetinildiğini gördü. Dolayısıyla hükümetin bu sözü de yalan çıktı. Şimdi saraya soruyoruz: Ucuza yağ almak için sabahtan Tarım Kredi marketlerinin önünde kuyruk olan vatandaşlar ne diyor diye bir kulak vermiyorlar mı? Bir kulak versinler, öneririz.
“İMF’NİN SÖZÜNDEN ÇIKMAYAN BU HÜKÜMET, KENDİ HATALARININ NEDEN OLDUĞU KRİZİN FATURASINI, DAR VE SABİT GELİRLİLERİN ÜSTÜNE YIKIYOR”
Devletin ve ilgili kurumların rakamları, ülkemizde firmaların karları artarken çalışanlara yapılan ödemelerin emeğin milli gelirden aldığı payın düştüğünü gösteriyor. Bu grafikte, yukarıdaki çizgi personellerin üretim maliyetine oranı; bu da net kârların net satışlara oranı. Bu grafikte, tek kişilik vesayet rejiminde, pandemi döneminde bir azalma görülmekle birlikte, şirketlerin kârlılık oranlarının yıldan yıla arttığını; personel harcamalarına ayrılan payın ise düştüğünü görüyoruz. Bu tablo, hükümetin politika tercihleri sonucunda, ülkede çalışanların enflasyonun sorumlusu değil, mağduru olduğunu ortaya koyuyor. Kendisi itibarından tasarruf etmeyen ama çalışanlar, emekliler söz konusu olunca IMF’nin sözünden çıkmayan bu hükümet, kendi hatalarının neden olduğu krizin faturasını, dar ve sabit gelirlilerin üstüne yıkıyor. Bir hükümet, hem de kendi neden olduğu krizin yükünü adaletli dağıtmazsa, vatandaş alınan önlemlerin yükünün adil paylaşıldığına kanaat getirmezse bu politikaların vatandaşta hiçbir karşılığı olmaz. Vatandaşın da inanmadığı, güven duymadığı hiçbir program başarıya ulaşmaz.
“‘RASYONELLEŞİYORUZ’ DESELER DE AYAR TUTMAZ OLDU. EKONOMİ YÖNETİMİ, ‘BUGÜN YAPTIKLARIMIZIN SONUÇLARINI ANCAK BİR YIL SONRA GÖRÜRÜZ’ HİKÂYELERİ ANLATIYORLAR”
Ekonomi bilimine aykırı safsatalarla milletin ekmeğine kan doğrayan bu yönetim, bir yandan enflasyonu bile isteye azdırırken bir yandan enflasyonun oldukça altında kredi faizleriyle başta yandaşları olmak üzere şirketler kesimine büyük kaynaklar aktardı. Bunun yükünü de dar ve sabit gelirlilerin sırtına yükledi. Seçim bitti, tulumbada su da bitti. Kendi icat ettikleri Türkiye modeli çöktü, yeni vitrin tarafından ‘akıl dışı’ ilan edildi. ‘Rasyonel zemine döneceğiz’ der demez, temiz para yağacak zannettiler. Ama sarayın yaptıklarının akıllardan çıkmadığı görüldü. Tek kişilik vesayet rejiminin müellifi, sarayında otururken vitrine kimse kanmadı. Ekonominin zincirleri boşaldı. Artık ‘rasyonelleşiyoruz’ deseler de ayar tutmaz oldu. Şimdilerde ekonomi yönetimi, ‘Bugün yaptıklarımızın sonuçlarını ancak bir yıl sonra görürüz’ hikâyeleri anlatıyorlar. Merkez Bankası’nın Başkanı, masasında milyarlarca dolarlık yatırım dosyasını beklediğini söylüyor. Ama kamuoyuna yansıyan yatırımcı notları, yatırımcıların ülkeye gelmek için hâlâ çekingen olduklarını ortaya koyuyor. Bu arada Merkez Bankası Başkanı’nı da uyaralım: Bu yatırımları masasında bekletmesin. Zaten yatırımlara izin vermek, onun görevi değil. Bahsettiği dosyaları, Yatırım Ofisi’ne göndermezse görevi savsaklama suçuyla ihale kendi üstünde kalır, haberi olsun.
“BECERİKSİZ HÜKÜMET, ‘PROGRAMIMIZA DESTEK VERİN’ DİYEREK DE MİLLETTEN HÂLÂ FEDAKARLIK BEKLİYOR”
Milletin kazandığı para, pul oldukça artık insanlarımız, günlük ihtiyaçlarını bile borçla karşılayabiliyor. Geçen yıl bu zamanlar, 1 trilyon 314 milyar lira olan vatandaşların tüketici kredisi ve bireysel kredi kartı borcu, bugün 2 trilyon 405 milyar liraya yükselmiş, 1 buçuk kat. Ama Bakan Şimşek, borçlardaki bu rekor artışı enflasyona, hayat pahalılığına değil de büyümeye bağlıyor. Büyüyormuşuz, ondan borçlanıyormuşuz. Hep söylüyorum; bunlar gerçeklerden kopmuş, milleti unutmuş, vatandaşın halini görmüyor. Kredi faizleri enflasyonla yarışıyor. Okullarda çocuklarımızın beslenme çantaları dolmuyor. Okul kantinlerinde bir tost, bir ayran 40 lira olmuş. Saray, okul yemeğini kaldırarak tasarruf yapmaya kalkıyor. Pazardan insanlar iki lira ucuza alışveriş yapmak için, akşamın geç saatlerini bekliyor. Et ve Süt Kurumu’nda bir kilo kıymayı ucuza almak için insanlar saatlerce kuyruklarda bekliyor. Hükümet, kuyruklar görünmesin diye satış mağazalarının yerini değiştiriyor. Bu beceriksiz hükümet, ‘Programımıza destek verin’ diyerek de milletten hâlâ fedakarlık bekliyor.
“15-29 YAŞ ARASINDA OLUP NE BİR İŞTE ÇALIŞAN NE DE OKUYAN EV GENÇLERİNİN ORANININ EN YÜKSEK OLDUĞU İKİNCİ ÜLKEYİZ”
Milletimiz sadece enflasyonla değil; işsizlikle de boğuşuyor. Gerçek işsiz sayısı, ağustos ayında 117 bin kişi arttı, 9 milyona dayandı. Resmi işsizlik oranı, gerçek işsizlik oranının yarısından bile az. İstihdam yerinde sayıyor. İnsanlar iş aramaktan vazgeçtiği için işsizlik de düşmüş gibi görünüyor. TÜİK makyajlarına rağmen üyesi olduğumuz Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’na göre, Türkiye üye ülkeler arasında çalışanların çalışabileceklere oranının en düşük olduğu ülke. En acısı da milli servetimiz olan gençlerin işsizliği. 15-29 yaş arasında olup ne bir işte çalışan ne de okuyan ev gençlerinin oranının en yüksek olduğu ikinci ülkeyiz. Eylül ayı itibarıyla 15-19 yaşları arasında 109 bin İŞKUR’a kayıtlı işsiz var. Sadece gençler değil, hükümetin hayat pahalılığına ezdirip çalışmak zorunda bıraktığı ardından da çalışan-çalışmayan diye böldüğü, ‘Maaş alana ikramiye yok’ diyerek tasarruf etmeye çalıştığı emekliler de ayın sonunu getirebilmek için iş arıyor. Bu yılın eylül ayı itibarıyla 60 yaş ve üzerinde on binlerce vatandaşımız, İŞKUR kapısında iş bekliyor.
“BİR HÜKÜMETİN ÖNCELİĞİ, SIĞINMACILARA BAKTIĞI İÇİN DIŞARIDAN ALACAĞI EUROLAR, AFERİNLER OLMAMALI. KENDİ MİLLETİNİN HUZUR VE REFAHI OLMALI”
Bu hükümet kendi vatandaşına, kendi gencine insanca yaşamasını sağlayacak bir iş sağlayamazken, emeklisine insanca yaşamasına yetecek bir aylık veremezken bu güzel ülkeyi Batı’nın sığınmacı üssüne çevirdi. Hudut namustur. Bu toprağın dağında, taşında böyle yazar. Sınırda tim komutanları, üst rütbedeki komutanlarına ‘Asil Türk milletinin namus ve şerefini, vatanın bölünmez bütünlüğünü, görev bölgemdeki hudut taşları arasını korumakla görevli birliğim, vatan ve millet uğruna seve seve can vermeye hazırdır komutanım’ diye, hudut yemini eder. Bu hükümet döneminde, sığınmacılar sınırlarımızı kevgire çevirdi. Meclis’in açıldığı gün, başkentte terör saldırısı yapan hain teröristlerin Suriye’den geldiği ortaya çıktı. Bir hükümetin önceliği, sığınmacılara baktığı için dışarıdan alacağı eurolar, aferinler olmamalı. Bir hükümetin önceliği, kendi milletinin huzur ve refahı olmalı.
“ÜLKEMİZ İÇİN, ‘SIĞINMACILARA ALIŞMANIZ LAZIM’ DENEREK YAZILAN RAPORLARI, ASLA VE ASLA KABUL ETMİYORUZ”
Dünya Bankası’nın son yayımladığı raporda, sığınmacılar nedeniyle Türkiye’de özellikle düşük nitelikli emekçilerin maaşlarının düştüğü anlatılıyor. Ve aynı raporda, şu harita paylaşılıyor: Yukarıda, 2013 yılında sığınmacıların ülkedeki dağılımı gözüküyor. Aşağıda da 5 yıl sonraki durum var. Renklerin koyulaşması sığınmacı oranının arttığı illeri gösteriyor. 2013-2018 arasındaki 5 yılda, sığınmacılar yurdu sarmış. Pek çok yerde sığınmacı oranı, ciddi seviyelere ulaşmış. Ama bugün durum, 2018’den de vahim. Rapor, Avrupa Birliği (AB) ile imzalanan geri kabul anlaşması sonrasında, Türkiye’nin sığınmacılar için bir transit ülke olmaktan çıktığını, bir hedef ülkeye dönüştüğünün altını çiziyor. Ardından da toplumun genelinin sığınmacılar konusunda bir ‘bakış açısı değişikliğine’ ihtiyacı olduğunu söylüyor. Biz ülkemiz için, ‘Bunlara alışmanız lazım’ denerek yazılan raporları, asla ve asla kabul etmiyoruz. Ülkemizin sessiz işgalinin belgesi olan Dünya Bankası’nın raporundaki bu haritayı ve geri kabul anlaşmasıyla ülkemizi Avrupa’nın sığınmacı gettosu haline getiren saray hükümetinin sorumsuzluğunu, bir kere daha milletimizin dikkatine sunuyoruz.
“ÜLKEMİZDE, ADALET DİREĞİ SALLANIYOR. KURTLAR KOYUNU KAPMIŞ, ARALARINDA PAY EDERKEN HÜKÜMET KOLTUKLARINDA OTURANLAR DA ÇOBAN HİKÂYELERİ ANLATIYOR”
Büyük Selçuklu Devleti’nin büyük veziri Nizamülmülk, Siyasetname’sinde, bir devletin güzel zamanlarının, ‘Adaletin hüküm sürdüğü zamanlar’ olduğunu söyler. ‘Adalet hakim olunca ihsan hakim olur, adaletin olduğu yerde civanmertlik vardır’ der. Yine Nizamülmülk’ün sözleriyle, ‘Devlet ancak adaletle baki kalır.’ Adaleti sağlayamayan, ‘Koyunu kurttan koruyamayan yönetici, çobanlık davası da güdemez’ der. Ama ülkemizde, adalet direği sallanıyor. Kurtlar koyunu kapmış, aralarında pay ederken hükümet koltuklarında oturanlar da çoban hikâyeleri anlatıyor. İstanbul başsavcısı, HSK’ya gönderdiği yazıyla adliyelerde dönen işleri anlatıyor. Yargı mensuplarının devletten alacağı varmış gibi rüşvet, iş takibi, aracılık çarklarına nasıl girdiğini dosya dosya sıralıyor. Yargı içinde oluşan çetecikleri tek tek ortaya koyuyor. Yarın, partimizin grup toplantısında, Genel Başkanımız bunları tek tek milletimizin dikkatine sunacak.
“SARAYIN, ‘BANA LİYAKAT DEĞİL SADAKAT LAZIM’ STRATEJİSİ, BÜTÜN HIZIYLA DEVAM EDİYOR. DEVLETİN ORTAK OLDUĞU İLETİŞİM ŞİRKETİNDE, BİR AYDA ÜÇ GENEL MÜDÜR DEĞİŞİYOR”
Tüm bunların yanında sarayın, ‘bana liyakat değil sadakat lazım’ stratejisi, bütün hızıyla devam ediyor. Devletin ortak olduğu iletişim şirketinde, bir ayda üç genel müdür değişiyor. Hem BIST’e hem de yurt dışında borsaya kota olan ülkenin en önemli şirketlerinden birinin yönetimindeki bu ani değişikliklerin altında, saraydaki damat-evlat çekişmelerinin olduğu ortaya dökülüyor. Yine bu şirketin yönetim kurulunda, kimler var kimler… Sarayın başdanışmanı, yandaş iş adamı derneklerinin yöneticileri, eski bakan ve milletvekilleriyle şirket, sarayın tam bir arpalığı olmuş. Bütün bunlar, dışarıda ve içeride, yatırımcıların hükümete kalan son güvenin kırıntılarını da yok ediyor. Temiz para gelmiyor, aksine olan da kaçıyor. Vatandaş işsiz kalıyor. Hayat pahalılığıyla eziliyor.
“HÜKÜMET, AKIL VE BİLİMLE YOLLARINI AYIRMIŞ, MİLLETE BİLE İSTEYE CEHENNEM AZABINI BU DÜNYADA YAŞATMIŞTIR”
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına sayılı günler kaldı. Bu ülke, bu millet tüm zorlukları milli birlik ve beraberlikle aşmasını bilmiştir. Ama bu hükümet, siyasetini milleti bölüp birbirine düşman etmek üzerine kurmuştur. Büyük Önderimizin ifadesiyle milletimiz, ‘Servetin fert menfaatine değil, ulus menfaatine kullanılması esasıyla’, Kurtuluş Savaşı meydanlarındaki zaferin ardından, az zamanda çok ve büyük işler başarmıştır. Ama saray, ülkenin servetini kendisi, ailesi ve çevresindeki bir avuç şürekası için kullanmaktadır. Bu ülkenin kurucuları, devrin en kıymetli kadrolarını toplamış, ‘En kıymetli sermaye zeka, dikkat ve iffettir. Teknik ve metodik çalışmaktır. İnançla işe sarılınız, mutlaka başarırsınız’ diyerek bu ülkenin medeni alemde hak ettiği yeri almasını sağlamıştır. Ama bu hükümet, akıl ve bilimle yollarını ayırmış, millete bile isteye cehennem azabını bu dünyada yaşatmıştır.
“KURULTAYIMIZDA, ATAMIZIN BİZE ÇİZDİĞİ; DEVRİMCİLİK, MEDENİYETÇİLİK VE TÜM KESİMLERİ KAPSAYAN BİR KALKINMA ÇİZGİSİNİ, DEĞİŞTİRMEDEN YÜRÜYECEĞİZ”
Bu yıl hem cumhuriyetimizin hem de Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Cumhuriyetle beraber iki büyük eserimden biridir’ dediği CHP’nin 100’üncü yılını kutluyoruz. 100’üncü yılımızda yapacağımız kurultayımızda, Atamızın bize çizdiği; devrimcilik, medeniyetçilik ve tüm kesimleri kapsayan bir kalkınma çizgisini, değiştirmeden yürüyeceğiz. İkinci yüzyılımızda, çağın ve ülkemizin ihtiyaçlarına göre, ülkemizde ve partimizde; demokrasimizi, hakkı, hukuku tahkim edecek; milletin tamamını kucaklayan kalkınma politikalarımızla sürekli yenileneceğiz. Bu kurultay, ülkemizi ikinci yüzyılda yeniden lider ülke yapma, birliğimizi beraberliğimizi güçlendirme azmimizi taçlandıracak. Önümüzde bir seçim var. Bu seçim, belediye başkanlarının seçileceği bir seçim olmanın yanı sıra; milletimizin kendisini sahte videolarla aldatan, yalan vaatlerle kandıran, seçimden sonra vergiyle, zamla kendine zulmeden, ondan sonra da çıkıp yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali muhalefeti iftirayla suçlayacak kadar şirazesi kaymış olan saraya ‘dur’ demesi için de fırsattır. CHP, önümüzdeki yerel seçimlerden 2019’dakinden çok daha büyük bir zaferle çıkacaktır.”
Öztrak, açıklamalarının ardından gazetecilerin sorularını yanıtladı. Kurultay süreci ile ilgili soru üzerine Öztrak, şunları söyledi:
“CHP’de genel başkan adayını da genel başkanı da parti değil, kurultay delegeleri belirler. Kapma, kaptırma, çalma, çırpma CHP’de olmaz. Bizde demokratik kurallar çerçevesinde yarış olur. Kapma, çalma, çırpma havuz medyasının desteklediği sarayda olur.”
“HÜKÜMET EMEKLİYE 5 BİN LİRAYI VERMEDEN ÜCRETSİZ TAŞIMA İÇİN GEREKLİ DESTEĞİ VERMEYEREK KARŞILIĞINI DİĞER ELİYLE EMEKLİLERİN OTOBÜS PARASINDAN KESMENİN PEŞİNE DÜŞMÜŞ”
Öztrak, “Tüm Özel Halk Otobüsleri Birliği, Türkiye genelinde; basın, emniyet mensupları, şehit aileleri ve gazi yakınları dışında; 65 yaş üstünün de olduğu 18 grubu, her ayın ilk 4 günü dışında ücretsiz taşımama kararı aldıklarını açıkladı. Gerekçe olarak artan maliyetleri gösterdiler. Sizin bu karara ilişkin bir değerlendirmeniz olacak mı” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Bu tartışmayla ortaya çıkan hükümetin sinsi hesabına değinmek istiyorum. Açıklamayı yapan birlik başkanı, hükümetin bu ücretsiz taşımalar için verdiği desteğin ancak 2 günlük maliyetlerini karşıladığını, 2 gün de esnafın kendinden fedakârlık yapacağını söylüyor. Böylece 65 yaş üstü vatandaşlarımız halk otobüslerinden ayda sadece 4 gün ücretsiz taşımadan yararlanabilecek. Saray, bu ülkenin emeklilerine 5 bin lira veriyor, ağzına bir parmak çalıyor. Bunu da emeklileri bölerek yapıyor. Ama daha bu parayı vermeden ücretsiz taşıma için gerekli desteği vermeyerek karşılığını diğer eliyle emeklilerin otobüs parasından kesmenin peşine düşmüş. Böylece tasarruf ettiklerini zannediyorlar. Bu hükümetin yıllarca çalışıp bugün artık huzur ve refah içinde yaşamak isteyen, saygı bekleyen yaşlılarına karşı bu tavrını hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.”
Kılıçdaroğlu’nun dünkü açıklamalarının anımsatılması üzerine Öztrak şunları söyledi:
“Genel Başkanımızın kastettiği, parti disiplinidir. Kurultaydan sonra partide kaosa yol açabilecek açıklamalara izin verilmemesi hususunun partinin kurumsal yapısını korumaya dönük olduğu partililerimiz tarafından anlaşılmıştır. Diğer taraftan bunu en iyi bilmesi gereken de bir dönem CHP’de grup başkanlığı ve grup başkanvekilliği görevlerini, Sayın Genel Başkanımızla uyumlu bir şekilde yürüten Sayın Özel’dir. Disiplinin olmadığı hiçbir örgütün ayakta kalamayacağını en iyi Sayın Özel’in bilmesi gerekir.”