“Ağır bir çürüme, ağır bir çöküş yaşıyoruz. ‘Nerede bu devlet’ diye sormak istiyorum”
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Bebeklerin canına kastedilirken ‘Nerede bu devlet’ diye sormak istiyorum. Gasp, cinayet, tecavüz suçluları salıverilip aynı suçları tekrar işlerken ‘Nerede bu devlet’ demek istiyorum. Ağır bir çürüme, ağır bir çöküş yaşıyoruz. Nereye el atsanız elinizde kalıyor.
Sağlık sistemi, eğitim, vergi adaleti, hukuk ve hürriyet… İşte biz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, legal hayatlarımızı hayatın her alanındaki illegal yapılara teslim etmemek, bu konuda güçlü bir toplum var etmek zorundayız. Bu mücadelede koruyucu güç, sağlıklı bir devlet yapısıdır” dedi.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara’da gazete, televizyon ve ajansların temsilcileriyle kahvaltılı basın toplantısında bir araya geldi. Sözlerine, “İmamoğlu Ankara’ya ısınıyor diye bir özel kapsamı yok. Ankara’ya 5 yaşında gelmiştim ilk kez. O günden beri Ankara’ya sıcak bir insanım. Her şeyden önce geldiğimde, Anıtkabir’e uğradığımda dua ettiğimde kendimi memleket adına çok huzurlu buluyorum. Atatürk’ün bir emaneti bu şehir ve medeniyet şehri olduğunu bilen birisiyim. ‘İmamoğlu Ankara’ya açılıyor’ yorumlarının gerçekten samimi cevabı az önce söylediklerim. Ankara’ya çok defa geldim, gittim. Tarihi bir kısım toplantılara ya da olayların geliştiği anlara da şahitlik ettim. İlk kez de sizlerle geniş kapsamda bir aradayız” diyerek başladı.
İstanbul’da yaptığı çalışmaları özetledikten sonra gündemdeki gelişmeleri de değerlendiren İmamoğlu, şöyle konuştu:
“Toplum olarak bugünlerde ağır travmalarımız var. Böylesine bir çaresizliği daha önce hiç yaşamadığımızı düşünüyorum. ‘Her zor zamanımızda nasıl olsa birileri bu ülkenin sevdalıları, bu ülkenin okumuşları bir yerlerde çözümler çalışıyordur, yalnız değilizdir’ diye düşünmüşüzdür. Ancak son zamanlarda art arda patlak veren can yakıcı meseleler toplumsal kaygıları derinleştirmiştir. Milletten uzak olmayan herkes, tehlikeli bir psikolojik eşiğe geldiğimizi fark etmiştir. Artık bireyin, kamunun koruyucu ve kollayıcı gücünü, adaleti hissetmediği bir dönem yaşıyoruz. Bu, tehlikeli bir safhadır.
“‘Nerede bu devlet’ diye sormak istiyorum”
Bebeklerin canına kastedilirken ‘Nerede bu devlet’ diye sormak istiyorum. Gasp, cinayet, tecavüz suçluları salıverilip aynı suçları tekrar işlerken ‘Nerede bu devlet’ demek istiyorum. Hakimi, savcısı, polisi belgesellere konu olan kötü koşulları ve görüntüleri, bazen rezillikleri yıllarca yaparken ‘Nerede bu devlet?’ Bakanken kendi bakanlığına mal satacak kadar fütursuzlaşanlar, mafyalar, bahis çeteleri, uyuşturucu çeteleri, gösteriş budalaları utanç verici işlerini rahatça sergilerken ‘Nerede bu devlet’ diye sormak istiyorum. Devlette üst düzey resmi görevi olan memurların, havalimanlarından ülkeye kaçak altın soktuğu günlere nasıl denk geldik, bunları niçin yaşıyoruz, tüm bunlar olurken ‘Nerede bu devlet’ diye buradan sormak istiyoruz.
“Ağır bir çürüme, ağır bir çöküş yaşıyoruz. Nereye el atsanız elinizde kalıyor”
Ağır bir çürüme, ağır bir çöküş yaşıyoruz. Nereye el atsanız elinizde kalıyor. Sağlık sistemi, eğitim, vergi adaleti, hukuk ve hürriyet… İşte biz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, legal hayatlarımızı hayatın her alanındaki illegal yapılara teslim etmemek, bu konuda güçlü bir toplum var etmek zorundayız. Bu mücadelede koruyucu güç, sağlıklı bir devlet yapısıdır. Yenidoğan bebeklerin yaşam hakkı, alçakların para hırsıyla elinden alınıyor ve gerçekten artık yüzümüz gülmüyor, suratımız asık bir biçimde birbirimize bakar durumdayız. Anne-babaların binbir emekle yetiştirdiği gençlerin geleceği, mülakatla ellerinden alınıyor. ‘Değiştireceğiz’ dedikleri mülakatı, artık bir buçuk yıl geçmiş olmasına rağmen hala kılın kıpırdatılmaması ve insanların bu şekilde yüreğinin yanması, hepimizi acıtıyor.
“Bu düzeni değiştirmek tüm yurttaşlara vazifedir”
Ekonomik kriz, vatandaşın kimseye muhtaç olmadan insan onuruna uygun bir biçimde kendi emeğiyle geçinme hakkı elinden alınıyor. Milletin ‘artık yeter’ dediğini her yerde yaşıyoruz. Bu böyle gidemez. Bir avuç imtiyazlı dışında kimsenin kendini güvende hissetmediği bir ülkede cumhuriyeti kimsesizlerin kimsesi, herkesin güvencesi kılmak zorunluluğumuz vardır. Bu düzeni değiştirmek tüm yurttaşlara vazifedir.
“Olağanüstü bir eşitsizlik döneminden geçiyoruz”
Bir yandan da uluslararası alanda yaşanan gelişmeleri dikkatle ve ne yazık ki kaygıyla takip ediyoruz. Dönem dönem hızlı giden bu dünya akışında treni nasıl kaçırdığımızı gördük. Şimdi de benzer bir durumu genç yurttaş ortalamamıza yaşatmamak zorundayız. Bir yandan jeopolitik dengeler yeniden şekilleniyor, ekonomiler büyük bir sınav veriyor. İnsanlık özellikle çevresel tehditlerin ciddiyetini her geçen gün daha fazla idrak ediyor. Burada büyük bir seferberlik durumuna ihtiyacımız var. Dünya bir düzensizlik ve belirsizlik döneminde. Sıcak çatışmaların geri döndüğünü, kuralsızlığı had safhada olduğunu ve uluslararası alanda da adaletsizliğin yaşandığını, farklı ortamlara farklı müdahalelerle hareket edildiğini ve bunun çok büyük bir eşitsizlik ortamı yarattığını hep beraber yaşıyoruz. Benim dünyadaki dönüşümü anlamak için kullandığım kavram eşitsizlik. Olağanüstü bir eşitsizlik döneminden geçiyoruz ve bu bildiğimiz bütün dengeleri altüst ediyor ve edecek. Bu dengeleri hep beraber tariflemek, anlamak ve buna göre tedbir almak durumundayız. Mesela küresel gelir eşitsizliği. Özellikle tarihsel olarak batılı ekonomiler dünyadaki zenginliğin büyük bir kısmını kontrol etmişlerdir ancak bugün bu durumun değiştiğini, farklı bir eksene doğru evrildiğini görüyoruz. Gelişmekte olan ekonomiler, küresel gelirden giderek daha fazla pay kazandığını da yaşıyoruz.
“Mülteci ve sığınmacı yükünün adil bir şekilde paylaşılması gerekiyor”
Birleşmiş Milletler, IMF ve Dünya Bankası gibi küresel kuruluşlar, küresel sorunları ele almayı amaçlasa da karar alma süreçlerinde gelişmiş ülkeler hakimdir. Bu eşitsiz temsil, yoksul ulusların çıkarlarının genellikle göz ardı edildiği anlamına geliyor. Teknolojik devrim iki ucu keskin bir kılıç olmuştur artık. Gelişmiş ekonomilerde muazzam zenginlik ve fırsat yaratırken daha yoksul birçok ülkeyi de çok büyük bir farkla geride bırakıyor. İklim krizi, küresel adaletsizliği en bariz ortaya koyan örneklerden biri. Küresel karbon emisyonlarına en az katkıda bulunan yoksul ülkeler, iklim değişikliğinin en ağır sonuçlarıyla da karşı karşıyadır. Göç, küresel eşitsizliğin hem bir sonucu hem de bir nedenidir. İnsanlar yoksulluktan, çatışmalardan, siyasi istikrarsızlıktan ve giderek artan çevresel felaketlerden kaçıyor. Küresel göç politikalarının mülteci ve sığınmacılara ev sahipliği yapma sorumluluğunu daha adil bir şekilde paylaşacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve yükün adil bir şekilde paylaşılması gerekiyor.”
“Türkiye’nin Filistin konusunda çözüm süreçleri içinde yer alması gerektiğine inanıyoruz”
Uluslararası hukuk ve insan hakları konusundaki adaletsizlikler konusunda Gazze’deki savaş üzerinden değinen İmamoğlu, tüm bu eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için birlikte çalışarak yol ve yöntemler bulma zorunluluğunu ifade etti. İmamoğlu, şöyle devam etti:
“Filistin’de soykırım boyutuna dönüşen bir saldırı, bir insanlık suçudur ve ne yazık ki bütün dünyanın izlediği bir insanlık suçu dönemini bize yaşatmaktadır. Türkiye’nin çözüm süreçleri içinde yer alması gerektiğine inanıyoruz ve yerel almadığı ortamda doğru sonuçların oluşmayacağını biliyorum. Şu an Türkiye’nin bu süreçlerin tamamen dışında bırakılmış olması da üzücüdür. Türkiye’nin Filistin meselesinde herhangi bir rol oynayabilmesinin ön şartı, Netanyahu hükümetinin insanlık dışı uygulamalarıyla mücadele ederken Hamas’ın da hamisi rolünden kurtulmasıdır. Aşırı sağcı Netanyahu hükümetiyle sağlıklı bir ilişki kurulması mümkün değildir. Ancak Netanyahu tek başına İsrail de değildir. ‘Yurtta barış, dünyada barış’ ilkesinin dünya için bir manifesto olduğuna inanıyorum.”